3 Nisan 2010 Cumartesi

GELINCIK CICEKLERINI SEVDIM

Ben en çok gelincik çiçeklerini sevdim
dokunduklarında hemen solan,
koparıldığında boynunu büken...
ama en çok da özgür oldukları için sevdim onları..
rüzgarlara karışıp, dünyaya dağıldıkları için..
Ve insana benzedikleri için sevdim
dünü var, bugünü var
Ama yarını ???
B.A

SEVEMEZ KİMSE SENİ, BENİM SEVDİĞİM KADAR


SEVEMEZ KİMSE SENİ, BENİM SEVDİĞİM KADAR


2 Nisan 2010 Cuma

EVDE RADYASYONDAN NASIL KORUNABILIRSINIZ

Günümüzde radyasyonla içiçe bir yaşam sürmekteyiz. Teknolojinin nimetlerinden yararlanırken, sağlığımızın ne derece bozulduğunun farkında bile değiliz..

Özellikle en çok yaygın olarak kullanılan cep telefonlarının ne derece radyasyon yaydığını bilmelisiniz. En aza indirgemek için neler yapılması gerektiğini de bilmelisiniz.

Özellikle cep telefonunun yaydığı radyasyon insan sağlığını önemli ölçüde olumsuz etkiliyor.
Araçlarda asla gerekmedikçe cep telefonu kullanmayın.
Prof. Dr. Çerezci, bu konuda şunları söylüyor :

Cep telefonlarını mümkün olduğunca az ve tekniğine uygun kullanmamız gerekiyor. Araçta mümkün olduğunca cep telefonuyla görüşmememiz gerekiyor. Görüşme sırasında araçta elektromanyetik dalgalar dolaşıyor. Kafesin içine girdiği için cep telefonu yüksek güçte çalışıyor. Elektromanyetik dalga çıkış şansını zorluyor, açık havadaki gibi değil. Bu da araç içindeki elektromanyetik dalganın dolaşmasına ve bulunmasına ortam hazırlıyor. Dolayısıyla ’araç içinde cep telefonu görüşmesi yapabilirsiniz, herhangi bir zarar görme durumu yok’ deseler bile araç içinde elektromanyetik radyasyon olacak.

Cep telefonu görüşmesi yapacaksak kapalı mekanlarda pencereye yakın yerlerde konuşma yapmamız gerekiyor. Bu durumda cep telefonu baz istasyonuyla daha rahat iletişim kuracak ve daha az dalga yayacaktır. Daha yüksek güç daha fazla radyasyon anlamına geliyor. Telefon görüşmesi yapacaksak koridorda yapmamayı tercih edelim. Kulağımızı pencereye çevirerek görüşme yapmamız lazım. Başımızı pencereye çevirip cep telefonuyla konuştuğumuz sol kulağımız pencere yönünde olmalı. O zaman cep telefonunu sağ kulağımıza tutmayacağız. Bunlar birer teknik..


Bazıları ’Baz istasyonlarını şehrin sadece tepelerine dikelim, şehir içinde olmasın’ diyor. ’Baz istasyonları şehir içinde olmasın’ demek teknik açıdan mümkün değil. Baz istasyonu yakında olursa cep telefonları daha az güçte çalışacak ve dolayısıyla daha az manyetik radyasyon yayacaktır. Cep telefonsuz hayat düşünmeyeceksek etkilerini minimuma indirmemiz gerekiyor. Temel ilke elektromanyetik radyasyondan en az seviyede etkilenerek yaşamımızı nasıl sürdüreceğimiz konusudur. Bunun yollarını aramamız lazım." Şarjı uzun süre giden cep telefonlarını kullanmanın en iyi tercih olacaktır.

Profesör doktor Çerezci evde belli bir saatten sonra cep telefonlarının kapatılması gerektiğini ve sabit telefonların kullanılmasının daha uygun olacağını belirtti.

Çerezci tasarruflu ampullerinde çok fazla radyasyon yaydığını ve bu ampullerin yakınında bulunlmaması gerektiğini sözlerine ekleyerek şöyle devam etti:

"Enerji tasarrufunu kabul ediyoruz ama ampullerin bazı kullanım şartları olmalı. Öğrencilerin çalışma masalarında tasarruflu ampul kullanmamak lazım. Neden? Çünkü tasarruflu ampullere yakın duruyorsanız çok şiddetli bir radyasyonla baş başa kalırsınız. Bunun için baz istasyonunun yanına gitmeye gerek yok. Baz istasyonunu evinizin içine getirmiş oluyorsunuz. Tasarruflu ampuller yüksek tavanlı odalarda kullanılıyorsa sorun yok, başımız ampulden 1,5 metre uzaktaysa sorun yok ama tabii ki yine de elektromanyetik dalga yayıyor."

TİN

1 Nisan 2010 Perşembe

YALNIZLIK DUYGUSU VE İNSAN

Modern yaşam, şehir hayatı ve teknoloji ile insanlar farkında olmadan dostlarını, arkadaşlarını öteleyebiliyor ve sonunda kaçınılmaz olan yalnızlık duygusunun içinde buluyorlar kendilerini.

Sosyal bağların zayıflaması, televizyon, sürekli internet başında zaman geçirmek sosyal yaşamı yavaş yavaş bireysel yaşama bırakıyor. Bunların sonucu olarakta yalnızlık başlıyor. İnsanların çoğu zaman kendini yalnız hissetmesi, değerlerini yitirmesinin bir sonucu.

Yalnızlık tartışılabilir bir kavram. Paylaşılan bir şey değil. Hatta Özdemir Asaf’ın dediği gibi “paylaşılsaydı adı yalnızlık olmazdı” Paylaşılması gereken yalnızlık değil.. Yalnız kalmama, bir çift güzel söze, bir çift bakışa hasret olmamak. Yarınlara birlikte uzanabileceğin,umutlarını yeşertebileceğin ve filizlendireceğin birileri olmalı hayatında insanın. Bir başına kalmamalı, birlikte yaşlanacağı, birlikte yalnızlığı çoğaltabileceği insan olmalı.

TİN

ÇAYA KAÇ ŞEKER ALIRSIN?

Yalnızlığa dayanırım da, bir başınalığa asla,
Yaşlanmak hoş değil, duvarlara baka baka.
Bir dost göz arayışıyla,
Saat tıkırtısıyla...
Korkmam geçinip gideriz biz mutlulukla,
Ama;
''Günün aydın, akşamın iyi olsun'' diyen biri olmalı.
Bir telefon çalmalı ara sıra da olsa kulağımda.

Yoksa zor değil, hiç zor değil,
Demli çayı bardakta karıştırıp,
Bir başına yudumlamak doyasıya.
Ama ''Çaya kaç şeker alırsın?''
Diye soran bir ses olmalı ya ara sıra...

CAN YÜCEL

KOZAK YAYLASI KATLEDILIYOR

Fıstık çamları ile kaplı olan bu yörenin Kozak adını almasının nedeni bitki örtüsünden dolayı. Ege denizi ve çevresindeki yeryüzü oluşumu içinde başkalaşım geçirmiş yer kabuğu jeolojik tarih çizgisinde ilk önce ortaya çıkmış yaşlı bir coğrafya kesimi.

Bu bölgenin büyük kısmının geçimini sağlayan fıstık çamı 15.000 hektarın üzerinde yer kaplamakta ve bölge ekonomisinin %60 ını sağlamaktadır. Diğer gelirler %40 dilim ise hayvancılık, granit işletmeleri, üzüm vb.

Ve şimdi Kozak yaylası yok edilmeye çalışılıyor ve yok ediliyor..

Yöre sakinleri şimdiden maden araması için binlerce ağacın kesimine başlandığını söylüyorlar..

Bergama Çevre Platformu Sözcüsü Erol Engel, Kozak Yaylası’nın Kaplan köyü yakınlarındaki Çukuralan’da, resmi rakamlara göre 7 bin 743 ağaç kesildiğine dikkat çekiyor ve ekliyor: “Koskocaman bir orman yok edildi; bir ton kayaçtaki 4 gram altın için. Yüzlerce yılda oluşan bu ormanı 4 gram altın için feda eden zihniyeti lanetliyoruz”

Bu konuda bölgedeki sivil toplum kuruluşları bir açıklama yaptı. Açıklamada şu sözlere yer verildi:

“Kozak’ın her yıl 50 milyon dolar civarında çam fıstığı ihracatı yapılan bir bölge. Kozak köylüsü, ormanları bugüne kadar canı gibi korudu, bu yüzden orman yangınlarının hemen hemen hiç yaşanmadı. Şimdi Kozak köylüsü soruyor, bunca yıl gözbebeğimiz gibi koruduğumuz Kozak Yaylası’nı altıncı şirketlere peşkeş çekilsin diye mi koruduk? Nedir bu rezalet?! Yeryüzünün cenneti olan Kozak Yaylası’na nasıl kıyarsınız; bu hangi vicdana, hangi dine ve imana sığar? Kozaklıların feryadını duyacak vicdan sahipleri yok mu Ankara’da? Milli park ilan edilip koruma altına alınması gereken yaylamızı, altıncı şirketin talanına nasıl açarsınız? İki elimiz iki yakanızda...” Kozak’ta yaşananları yöre sakinlerinden FATMA KUTLU şöyle kaleme aldı:

“Babamın, dedemin,atamın doğduğu, yattığı Kozak... Yeşiller denizi Kozak, Allah'ın bize bahşettiği cennet.Ama birkaç yıldır bu güzelim cennette karabulutlar dolaşıyor. O güzelim cennette geçirdiğim muhteşem yaz tatilleri hala aklımda, orman içinde uzun yürüyüşler, akan berrak sularında balık avlamalar, yüzmeler, ormanın içinde ata binerek cennetin içinde kaybolmalar, tan vakti dedemle dağların,çam ağaçlarının arasından güneşin doğuşunu izlemek sonra bağdan sabah çiği üstünde üzüm ve incir yemek... Çam kozalaklarından elde edilen künerden fıstıkları çıkardığımız güzel anlar...
Ormanda özgürce koşan yılkı atlarının seyrine doyum olmazdı. Günbatımında çamların ardından Ege Denizi'nde batan güneşin şöleni... Akşamları dedemin tahta kerevetinde kardeşlerimle uzanarak, çam ve badem ağaçlarının izin verdiği kadar Samanyolu ve yıldızları seyrederken dedemin anlattığı Kurtuluş ve Çanakkale savaşlarının hikayeleri ile uykuya dalardık. Hala bunları yapan, yaşayan çocuklar var. Ama birkaç yıl sonra belki bu ağaçların hiçbiri kalmayacak,ormanda yaşayan hayvanlar,kuşlar, ceylanlar, belki de insanlar. Sular altın madeni için çekilecek, yeraltı suları yok olacak, ağaçlar kuruyacak. Bulunabilen sular siyanürle kirlenecek, ve bizlerin torunları bizim yaşadığımız mis gibi çam havasını ve temiz çevreyi bulamayacaklar... 5-7 yıl için maden ocağı oraları kullanacak işi bitince kirlettiği,yok ettiği doğayı tek başına bırakıp terkedecek...”

Evet durum bu... Her geçen gün doğal güzellikler ve orada yaşayan tüm canlılar... HES projeleri ile altın madenciliği ile doğamız kirletiliyor, katlediliyor ve bir grup insan bunun için savaş veriyor. Ya halkın geri kalan çoğunluğu?.... Sessizce izliyor ya da farkına bile varmıyor, ya da umursamıyor. Oysa oksijenimiz tükeniyor, doğal güzelliklerimiz yokediliyor...

TİN / GÖRSEL BASIN


KEMIK ERIMESI- OSTEOPOROZ- NEDIR?

Belirli bir yaştan sonra ki bu 30 lu yılların üstü, kemiklerin gelişimi artık gerilemeye başlar ve bu yüzden kalsiyum, bol güneş, D vitamini hayatımızdan eksik olmamalıdır.
D vitamini, besinlerde çok bulunan bir vitamin değil. Tek çare bol güneş almak, güneş banyosu yapmak. Ayrıca kemiklerimizin güçlü halde kalması için egzersizi de bırakmamak.

D vitaminin kalsiyumun bağırsaktan emilimine ve kemikler tarafından depolanmasına yardımcı olan bir hormon olduğunu belirten Türkiye Osteoporoz Derneği Yönetim Kurulu Başkanı Prof. Dr. Merih Sarıdoğan, bu konuda bakın ne diyor:

"Günlük ihtiyacımız olan D vitamini 400 ünitedir. Güneş ışığının etkisiyle ciltte, karaciğerde ve böbrekte sentezlenerek aktif D vitamini haline dönüşür. Güneşlenmek vücudumuzdaki gerekli D vitaminini aktif hale getirmektedir. Fakat her zaman vücudun tamamını güneşlendirmek mümkün olmadığından hiç olmazsa her gün yarım saat düzenli olarak yüz, el ve ayaklarımızın güneş görmesini sağlamak gerekir. Ancak vücudumuzun güneşle temas alanını genişlettikçe güneşlenme süresini kısıtlamakta da fayda vardır"

Peki günlük kalsiyum ihtiyacımız nedir?

Bu yaşa göre değişiklik gösterir. Ancak yaşınız 50 ve üzeriyse kalsiyum ihtiyacınız da artmaktadır. Günlük; 1000- 1200 mg.

Tüm bunları gözönüne alarak hem kendinizin, hem çocuklarınızın kemik gelişimi için; güneşten doğru şekilde yararlanın.

TİN

1 NISAN VE TARIHCESI

Bugün 1 Nisan... Bir çeşit eğlence haline gelmiş 1 NİSAN'ın tarihçesi nedir derseniz; pek çok hikaye mevcut bugün için

Birincisi:
Roma imparatoru Sezar M.Ö. 46 Yılında takvimin başlangıcı Ocak ayı olarak ilan etti. Ancak 16. yüzyılda Avrupa'da yeni yılın mart ayının 25'inde başladığı bilinir. 1564 yılında Fransa Kralı IX. Charles takvimi değiştirrerek yılbaşını ocak ayının birinci gününe aldı. Ancak bazı kişiler bu kararı protesto etmek amacıyla 1 Nisan'da partiler düzenleyip birbirlerine hediyeler verdi. Diğerleri ise bunları 'nisan aptalları' olarak nitelendirdi; yapılmayacak partilere davet edip, olmayan heberler üretti Yıllar sonra Ocak yılın ilk ayı olarak oturunca Fransızlar 1 Nisan'ı kültürlerinin bir parçası olarak gördü. Bu adetin İngiltere'ye ulaşması 200 yıl sürdü.Oradanda bütün dünyaya yayıldı. 1 Nisan şakalarının sembolünün 'nisan balığı' olmasının nedeni ise mart ayının sonlarına doğru Güneşin balık burcunu terk ediyor olmasıdır.

İkinicisi:
Genelde şaka gününde insanların birbirine şaka yapması gelenek hâline gelmiştir. Nisan 1 şakası hakkında farklı kültür, inanç ve dillerde efsaneler bulunmaktadır. Fransa (Poisson d'avril - Nisan Balığı) : 1564 yılında Fransa kralı IX. Charles yılbaşını 1 Nisan'dan 1 Ocak'a aldırır. Bu arada 1 Nisan'ı sene başı olarak kabul etmeye devam edenlerle alay etmek amacı ile yapılan şakalar, bir süre sonra gelenek haline gelir. 1 Nisan'ı yılbaşı kabul edenlere ise "Nisan Balığı" adı verilir.

İngiltere: (April Fools' Day - Nisan Kaçıklar Günü), İskoçya: (Gowk veya Cuckoo günü Nisan 1 veya Nisan Balığı) , Hollanda , Belçika , Kanada , ABD , İsviçre , Japonya dâhil dünyanın pek çok yerinde tanınmaktadır. Nisan 1 ile ilgili başka bir efsane de Pagan kültüründe 1 Nisan'da kutlanan Fous bayramıdır. Antik Roma'da Hilarya adıyla benzer bir bayram da kutlanmaktadır. Hindistan'da ise bu bayram 31 Mart'ta Holi adıyla kutlanmaktadır.


Üçüncüsü ise:
15. yüzyılın sonlarında, Haçlı ordusu Endülüs Müslümanlarının son kalesini kuşatır. Uzun süren bir kuşatma olmasına rağmen, kış aylarının da etkisiyle,
kale korunabilmektedir. Durumun zorluğunu anlayan Haçlı ordusunun komutanı değişik taktikler düşünmektedir.

En sonunda 31 Mart gecesi Kalenin önüne giderek bir elinde Kur'an bir elinde İncil 'Şu iki kitap üzerine yemin ederim ki, teslim olursanız bu akşam size bir şey yapmayacağım' der. Gerekli görüşmelerden sonra canlarının kurtarılması karşılığında Müslümanlar kaleyi teslim ederler.

Ertesi sabah, yani 1 Nisan sabahı, Haçlı ordusu komutanı bütün Müslümanların öldürülmesi için emir verir. Bunun üzerine Müslümanlar 'Yemin etmiştiniz, bize söz vermiştiniz' dediklerinde Haçlı ordusu komutanı 'Benim sözüm size dün akşam içindi, bugün için size bir sözüm yoktur' diye cevap verir ve mütün müslümanlar orada öldürülür.

İşte o gün bugündür 1 Nisan hristiyanlar arasında 'Hile Günü' olarak kutlanmaktadır.

1 NISAN VE TARIHCESI

31 Mart 2010 Çarşamba

ALTERNATIF TIP SAKINCALI MI?

Son yıllarda tıptan umduğunu bulamayanlar, rahatsızlık ve hastalıklarına çare bulamayanlar alternatif tıpa yönelmiş durumda.

Alternatif tıp herkes için ve her hastalık için tedavi edici midir? Bu düşündürücü. Çünkü kişilerin tedaviye verdiği yanıtlar farklılıklar gösterebilmektedir.

Aktarlardan alınan tedavi edici bitkisel ilaçlar ne derece etkilidir? Etiketlerinde madde türleri, nasıl kullanılacağı ve miktarı mutlaka belirtilen bir ürün olmalıdır.

Üretim yeri nasıldır? Sağlık ve hijyen konuısunda ne kadar güvenilirdir. Tüm bunları gözönüne getirip, gerekli incelemeler yapılmadan bu ürünlere para yatırmak ve sağılığı riske atmak dikkat edilmesi gereken noktalardan...

İnternet günümüzde bu tür rahatsızlıklar içinde oldukça kullanılan bir yer. Herkes bu tür önerilerde bulunup, ürünlerini pazarlamak için uğraş veriyor. İçlerinde elbette gerçekten insan sağlığını amaç edinmiş, parayı bir tarafa bırakmış olan kuruluş ve kişiler olduğu gibi, bunu fırsat olarak değerlendirip, insan sağlığı ile oynayarak üzerinden para kazananlar da var. DİKKAT!'

Sınırlı bilgi düzeylerindeki kişilerin alternatif tıpı kullanıp, şifa dağıtmaları ne derece doğru ve gerçektir, tartışılır. Kişinin bu işi yapabildiğine dair, bilgi ve dökümanlarını değerlendirmek önemli bir husus.

Pek çok doktor ve profesör alternatif tıpın legal olmadığını savunuyor ve insan hakları ihlali olduğunu belirtiyorlar.Örneğin kanser tedavisinden alternatif tıpın zararları hakkında Profesör Mustafa Özdoğan şunları dile getirmekte:

“Alternatif tıp uygulayıcılarının en önemli argümanı, ‘modern ilaçların sentetik olduğu ve hastalara faydadan çok zarar verdiği, buna karşın doğal ürünlerin daha güvenli ve hastaya şifa sunduğu, doğanın bu konuda yok sayılamayacağı’ söylemlerinden oluşur. Günümüz tıp alanındaki gelişmeleri yok sayarak sınırlı bilgi düzeyleri ve birkaç eskimiş argümanla bireylerin alternatif tıp alanına yönlendirilmesi suçtur”

Alternatif tıpı kullanırken öncelikle bu konuda çok fazla araştırma yapıp, incelemelerde bulunduktan sonra, bitkisel tedaviyi kullanmanız ve hatta doktorunuza mutlaka danışarak uygulama yapmanız gerekmekte..


BIR ENDIŞELENEN


29 Mart 2010 Pazartesi

2010 ILKBAHAR YAZ MODASI

Bu bahar 2010 ilkbahar koleksiyonu çok canlı renklere sahip. Rahat ve kadınsı hatlar bu yaz oldukça revaçta.

Uzun kollu, kısa kollu renk renk tişörtlerle, modası hiç geçmeyen jean pantolonlarla birbirini tamamlıyor.

Pantolonlarda dar kesimler olduğu gibi, bol kesimli modellerde kullanılıyor. Bol pantolonlarınızı uzun tuniklerle kombine edebilir ve şıklığınızı tamamlayabilirsiniz.

Elbiselerde ise, bu bahar ve yaz uzun, kısa, bol fırfırlı rengarenk, iri desenliler hanımların bedenini süsleyecek. Elbiselerde iri desenli, geometrik desenlerle beraber şal desenler giysilere hakim olacak.

Bir zamanların modası kot gömleklerde bu sezon yine gözde giyim parçalarından olacak. Gardrobunuzu karıştırdığınızda belki de geçmişten kalmış kot gömlekleriniz olacaktır. Şimdi zamanı…

Ayakkabılarda ise, düz sandaletler, yüksek, dolgu topuklar kadınların ayağını süsleyip, giyimini tamamlayacaktır.

Renklere gelince, yeşil ve yeşilin tüm tonları, doğayı bedeninize taşıyacak bu bahar ve yaz.


TİN